Önder Taşyürek, bir Ressam. O resim yapabilmek için kahve yapmaya başladı. Nasıl mı? Bir ressam detaycılığı ile 1 yıl kahve üzerine araştırma yaptı ve 2012 yılında İstanbul Tophane’de Ozo Coffee House adında butik bir kahve dükkanı açtı. Sonra dükkanını devredip, 3 yıldır hayal ettiği gezici kahve dükkanı projesi ile kahveyi, dört tekerlek üzerine taşıdı. 1970 model Volkswagen T2 minibüsü üçüncü dalga kahve dükkanı olarak tasarlayıp, resim, seyahat ve kahve tutkusu ile yollara düştü. Biz de hikayeyi kendisinden dinleyelim istedik.
BS: Artık yollardasın. Senin için Gezgin-Ressam diyebilir miyiz?
ÖT: Evet. Diyebilirsiniz. Asıl idealim ve tutkum resim. Şimdi bu tutkuya kahve de eklendi. Yani kahve tutkunu ve gezgin ressam.
BS: Nasıl başladı bu hikaye resimden kahveye nasıl geldin?
ÖT: Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldum. Okuldan sonra ilk kişisel sergimi Viyana’da açtım ve Türkiye’de birçok karma sergilere katıldım. Resimden para kazanırım diye hiçbir zaman güvenmedim ve şimdiye kadar yanılmadım da. Resim yapabilmek ve standart şartlarda yaşayabilmek için çeşitli kurumlarda sanat danışmanlığı yaptım. Fakat bu tam zamanlı işlerde, geleceği belirsiz olduğu gibi resim yapmaya zaman ve enerjim de kalmıyordu. Ben de alternatifler arayışındaydım. Üniversiteden önce on yıl yeme içme sektöründe çalışmış, bir dönem kaynamış mısır satarak küçük bir ticaret yapma fırsatım olmuştu. Bu tecrübemi kullanarak “kendi işimi kurmalıyım ve bundan kazandığım parayla resim yapıp istediğim koşullarda yaşayabilirim” dedim. Bir arkadaşımın önerisi üzerine kahve işine girmeye karar verdim. Çıkış noktam resim yapabilmek için kendime daha fazla zaman ayırabilmek oldu.
BS: Nasıl, liseden arta kalan zamanlarda mı çalıştın?
ÖT: Hayır tam tersi, işten arta kalan zamanlarda okulumu bitirdim. Çalışmak zorunda olduğum için ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdim. Hatta o dönem açık öğretim okuyana tecil yoktu ve 18 aylık askerlik sürecinde de lise sınavlarına girdiğim oldu. Tüm gün lokantada çalışıyordum. Antre saatimde resim kursuna gidiyor ve gece işten geldiğimde de dersime çalışıyordum. TRT 4’de yayınlanan açık öğretim ders programlarının video kasetlerini alıp izliyordum. Çok defa izlerken uyuya kalmışımdır.
BS: Zorlu bir dönem olmuş. Kahveye gelemedik ama hiç sorun değil. Matruşka gibi hikaye içinden hikaye çıktı. Peki bu tempoda resim yeteneğini nasıl keşfettin?
ÖT: Aslında ilkokuldan beri resim yapmayı çok severdim. Her zaman her fırsatta resim yapardım. Bir dönem TRT’de çaycılık yapıyordum. Orada seslendirme sanatçısı Ercan ağabey vardı. Seslendirme yaptığı kağıtların arkasına sürekli karikatür çizerdi ve geri dönüşüm kutusuna atardı. Bende her akşam mesaim bitince bu geri dönüşüm kutusundaki bütün karikatürleri toplayıp eve götürür incelerdim. Hem bu karikatürlerin aynısını yapardım, hemde bunlardan esinlenerek başka karikatürler çizerdim. Bir gün çizimlerimi Ercan ağabey’e gösterdim. “Sende yetenek var çizmeye devam et ve çalışmalarını mutlaka bana getir” dedi. O günden sonra daha fazla resim çizmeye başladım. Hatta bir dönem çizgi film şirketinde çalıştım.
BS: Kahveye gelelim. Klişe bir soru olacak ama neden kahve?
ÖT: Aslında ilk önce başka bir konsept düşünüyordum. Bir gün arkadaşımla sohbet ederken bana kahve işi yapma fikrini tavsiye etti. Bu fikir kafama yattı ve hemen internetten araştırmaya başladım. Kahve hakkında yazılan kitap ve makalelerin notlarını aldım ve ertesi gün kitapçıdan alıp okumaya başladım. Kahvenin tarihsel sürecini her yönüyle tanımaya başladım. Kahvenin tıpkı üzüm ve zeytin gibi farklı bir bitki olduğunu ve kültür olarak birbirlerinde benzerlikler olduğunu fark ettim. Kahve sosyolojik olarak toplumların yapısını değiştirmiş diyebilirim. Kahvenin yetiştiği bölge, yükseklik, bölgenin bitki örtüsü ve toprağı gibi birçok unsurların kahvenin tat ve aromasını etkilemesi; toplama, kavurma ve pişirme süreçleri beni kahveye daha da odaklanmamı ve bu işi yapmamı pekiştirmeye başladı. Artık kahve bende bir tutku olmaya başladı. Her yerde kahveler tatmaya ve demleme yöntemlerini denemeye başladım. “Artık bir kahve dükkanı açarak kendimi geliştirmeye ve kahvenin yolculuğuna başlayabilirim” dedim ve İstanbul Tophane’de Ozo Coffee House adında küçük bir kahve dükkanı açtım. Burada her ay sanatçıları davet edip dönüşümlü olarak resim, fotoğraf ve video sergileri açarak kahve ve sanatı buluşturmayı amaçladım. Yaptığım işe sanatı, doğayı ve yaşama dair değerleri katmayı seviyorum. Bu bakış açısının yaptığım her işi zenginleştirdiğini düşünüyorum. Keyif veren ve ayrı bir kültür olan kahveye de bu bakış açısıyla yaklaşıyorum. 2014’de Tophane’deki dükkanı devrettim ve Yeldeğirmeni’nde vintage objeler ve kahveyi buluşturan ikinci dükkan açtım. 2015’de onu da devredip, 3 yıldır hayal ettiğim gezici kahve dükkanı projesi ile kahveyi dört duvar içinden dört tekerlek üzerine taşımaya karar verdim. Volkswagen T2 minibüsü gezici kahve dükkanı olarak tasarlayıp OZO Coffee On The Road olarak ”Kahveye Yolculuk” temalı İstanbul Kahve Festivali’ne katıldım. Bu festival benim kahveyle yolculuğumun başlangıcı oldu.
BS: Bilmeyenler için üçüncü dalga kahvecileri biraz anlatır mısın?
ÖT: Birinci dalga kahve akımı kahvenin ulusal çapta tüketiciye ulaşması ve sadece tüketim odaklı olması durumu. İkinci dalga kahve akımında pazarlama kahvenin önüne geçiyor. Burada kahve ikinci planda kalıyor ve zincir kahveciler ile kahvenin niteliğine değil, global çapta tüketimine odaklanılıyor. Üçüncü dalga kahve akımında ise pazarlama ikinci planda kalarak kahve ön plana geçer. Bir çok açıdan kendisinden önceki kahvecilik anlayışına da tepkidir. Kahve sektörüne farklı bir bakış açısı getirerek kahveyi baş tacı yapar. Üçüncü dalga ile kahvenin yetiştiği rakım, toprak, işleme süreci ve hangi özelliklere sahip olduğu tüketiciye sunulur. Tüketici içtiği kahvenin hangi yöreden, hangi çiftlikten ve ne tür özelliklere sahip olduğunu detaylı bir şekilde bilerek kahvesini damak tadına göre tercih eder. Üçüncü dalga kahveciler bağımsız bireysel işletmeler olup, kendi kahvelerini kavuran nitelikli kahve sunan kahve tutkunu bireylerdir.
BS: Sen OZO’ yu açarken bu akım yaygın mıydı?
ÖT: Yaygın değildi. İki veya üç tane vardı diyebilirim. O dönemler nitelikli kahve bulmak ve doğru ekipmanlar edinmek daha zordu.
BS: Aracın iç tasarımı sana mı ait?
ÖT: Volkswagen T2 minibüsleri çok severim. Yüksek tavanlı ve içerisi kahve yapmak için oldukça rahat. Aracın iç tasarımını kendi çalışma düzenime ve aracın koşullarına göre kendim tasarladım. İçerisinde tüm demleme ekipmanları mevcut. Araçta birkaç tabure, dört kişilik katlanabilir bir masa sandalye takımım var. Üst bagajda imgesel olarak benim için anlamı olan, bavul, sandık ve bisikletim var. Bavul, yollarda olma halini; bisiklet özgürlüğü; sandık ise anı ve hikayelerimi simgeliyor.
BS: Nerede kalacaksın? Aracın içinde kalmak için yer göremedim.
ÖT: Araç, mobil kahve dükkanı ve amacı gıda sunmak. O nedenle araç içerisinde kalmıyorum. Kısa süreli gittiğim yerlerde butik otellerde kalmayı tercih ediyorum. Uzun kalacağım yerlerde ise eşyalı ev kiralıyorum. Yolda giderken araç arızalanır veya sevdiğim doğal güzelliği olan bir yerde kalmak istersem diye aracın arkasında bulunan römorku kalabileceğim alan olarak tasarladım ve orada kalabiliyorum.
BS: Bu yaz nerelere gideceksin? Sadece merkezi yerlere mi gideceksin? Mesela köy ziyaretleri de olacak mı?
ÖT: Çoğunlukla şehir merkezleri, festival, fuar ve konserler de olacağım ama ilçe, kasaba ve köylere de gideceğim. Hatta gittiğim yerlerde kahve ve resim atölyeleri de düzenleyeceğim. Gittiğim yerleri önceden sosyal medya hesaplarından duyuracağım.
BS: Sence köydeki Mehmet emmi İstanbul fiyatından latte içer mi?
ÖT: (Gülümsüyor) Fiyat politikam gittiğim yere göre değişecek. Çünkü her yerin ekonomisi aynı değil. Özellikle üniversitelerde fiyatları uygun tutuyorum. İlçe kasaba ve köylerde fiyatlar daha da uygun olacak.
BS: Fotoğraflarda fide görüyorum. Biraz anlatır mısın?
ÖT: Geçtiğimiz günlerde Ankara Cer Modern’de gerçekleşen Sıfır altı Kahve Günleri’ne katıldık. Bu etkinlikte çıkan kahve posalarını toprakla karıştırıp 300 adet domates, biber ve patlıcan fidesi diktik ve Barış Manço anısına hediye ettik. Gezici kahve dükkanı olarak Türkiye’yi dolaşırken gittiğim yerlerde resim ve kahve atölyeleri düzenleyeceğim. Bu atölye çalışmalarında katılımcılar diledikleri gibi resim yapabilecek, kahvelerini yudumlarken de kahvenin tarihine tanıklık edip tüm demleme tekniklerini denetleyecekler. Ayrıca gittiğim yerdeki sokak müzisyenlerini de davet edeceğim. Gittiğim yerlerde kahve aracında çıkan kahve posalarını ve organik atıkları özel bir öğütücüyle öğütüp toprağa karıştırıyorum ve bu gübreli toprakla her gittiğim yere ağaç dikiyorum. Her ağacın adı künyesi ve hikayesi olacak.
BS: Bu maceranı yazıya dökmeyi düşünüyor musun?
ÖT: Gezici Kahve Dükkanı olarak yapacağım bu uzun yolculukta yaşadıklarımı ve yol hikayesini yazmaya başladım. İlerde kitaplaştırmayı planlıyorum. Ayrıca bu yazılarımı www.ozocoffeeontheroad.com‘da ve blogumda da düzenli olarak paylaşacağım.
BS: Bu sözünün ve minibüsünün takipçisi olacağız. Keyifli bir söyleşi oldu. Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
ÖT: Şimdilik bu kadar. Yeni yolculuklarla, yeni yol hikayelerimi bloguma ekleyeceğim. Bu güzel sohbet ve ilginiz için teşekkürler.
Onu bir festivalde, bir tatil beldesinde ya da bir müze önünde görebilirsiniz. 3. dalga kahvecilerin en hareketlisi OZO’yu gördüğünüzde kahvesini denemenizi tavsiye ederiz.
Aşağıdaki iletişim bilgilerinden minibüsün nerede olduğunu takip edebilirsiniz.
Instagram:
Connect with us